8 Mayıs 2012 Salı

ORTA OYUNU

Tiyatro alanında “yabancılaştırma” terimini ilk kullanan Bertolt Brech’tir . Onun bu terimi kullanmasında Doğu tiyatrosuna olan ilgisi ve Doğu tiyatrosundan esinlenmesi rol oynamıştır. Geleneksel Türk tiyatrosu, dolayısı ile Ortaoyunu Doğu tiyatrosunun özelliklerini taşır; Bu tiyatronun estetiğinin temeli ise “yabancılaştırma” kavramı ile anlaşılabilir. Bu kavram çeşitli yönelimlerle karşımıza çıkar: oyunun özünde, biçiminde, teknik öğelerinde ve seyirciye olan uzantısında “yabancılaştırmanın” önemli bir estetik sorun olduğunu görürüz.Oyunun özünde izlediğimiz “yabancılaştırma” da insanlar kendileri dışında ve ötesinde verilir; insanlar, içe doğru gelişen ruhsal ilişkileri ile değil, birbirlerine ilişkin davranışları ile ele alınır. Önemli olan kişilerin psikolojik gelişimleri değil, bu gelişim gösterilmeden psikolojik yönelişlerin sonuçlarıdır; ön düzeyde insanoğlunun davranışları vardır. Her şeyden önce davranışları kapsayan bir doku içinde olaylar kişileri sürükler. Böylece, insan psikolojisi davranışlar yoluyla açıklanır.“Yabancılaştırma” yoluyla kaybolmuş olan insansal değerlerin yeniden bulunması gerçekleşir. Çünkü “yabancılaştırma” ile ortaya çıkartılan yöntemde insan inceleme konusu yapılır; felsefi idealizmde olduğu gibi, insan bilinen bir şey değildir, araştırılması ve yeniden bulunması gereken bir değerdir.Davranışların ön düzeyde olduğu bu oyun türünde, oyun kişileri çoğunlukla “karakterler” değil, “tipler” dir; yani dış davranışlarıyla gösterilen figürler ve temsilcilerdir. Seyirciye genellemesine yönelen tipler, seyircide duygusal olmayan bir etkinlik yaratırlar. Seyirci, bir takım nitelikleri temsil eden tiplere psikolojik yoldan bağlanmadığı için, onlara yabancılaşır ve onları tarafsız bir gözlemle seyreder. Böylece, duygu arka düzeyde tutularak seyircinin çeşitli nitelikleri gösteren tiplere akıl yoluyla tepkide bulunması sağlanır. Genellikle karakterin yapısında kendine özgü psikolojik bir gelişim olduğu için, seyirci seyrettiği karakterle kendini özdeş sayar, onun yazgısına katılır. Oysa “yabancılaştırma” ile ne duygu ortaklığı ne de algılama beklenir; seyric, sahnedeki olaylardan ve kişiden uzaklaştırılarak onun sahnedeki olaya tarafsız bir yolda yönelmesi ve bu olayı yargılaması istenir.Bir tür oyunda, oyunun yapısı baştan sona doğru gelişen ruhsal devinimi değil, episod bölünmesi ile gösterilen sonuçları kapsar. Bunun için de, oyunun yapısını kuran bu episod’ları birbirine bağlayan açıklamalara ve anlatıma yer verilir. Bu açıklama ve anlatım tekniği ise “yabancılaştırma” nın önemli bir öğesidir; her an bir tiyatro seyredildiğini hissettiren bu açıklamalar sahne “illüzyonu” nu ortadan kaldırarak seyircinin sahne üzerindeki olaya salt duygusal yoldan katılmasını önler.Oyunculukta bir rolü canlandırmak yerine, o rolü göstermek ve yansıtmak önem kazanır. Oyuncu her hangi bir insana ya da kişiliğe benzemeye çalışmaz, onu yaşamaz; ama o kişiliği göstererek seyircide bir görüşün doğmasına yardım eder. Bu estetik anlayışı içinde oyuncu rolüne yabancılaşırken, gösterdiği kişiyi özellikleri açısından vurgular. Doğu tiyatrosunun bir özelliği olan oyuncu ile rolü arasındaki yabancılaştırmada, oyuncu kendini seyrettiklerinden haberli bulunduğunu açıkça belli eder. Bu da Batı tiyatrosunun önemli bir bölümünde izlediğimiz “illüzyon” u ortadan kaldırır. Burada önemli olan oyuncunun bir takım duyguları yaşatması değil, eğilimleri göstermesidir. Oyuncu yansıttığı insanı özellikleri açısından iletir; ama onun özelliklerini yaşayıp onun gibi olmaz. Doğu tiyatrosunun başka bir “yabancılaştırma” yönelimi de oyuncunun kendi kendisini seyretmesidir. Oyuncunun zaman zaman gösterdiği rolü bırakıp seyirciye rolü üzerinde fikir yürüttüğü de görünür.Doğu tiyatrosu, sahneyi ve seyirciyi her çeşit büyüleme “illüzyon” eyleminden kurtarmak ve sahnede bir olayı seyreden halkı hipnotizma biçimlerinden uzak tutma gibi özellikleriyle anlatılabilir. Her an tiyatro seyrettiğini bilen ve sahne üzerindeki kişilere ve olaylara uzaklaşan seyirci oyunun bir gözlemcisi durumuna gelir. Seyircinin gözlemci olması onu sahnedeki olaya karşı bir tavır takınmasını da birlikte getirir. Yalın bir örnek vermek gerekirse, şöyle anlatabilirim bunu: Bir kavga olsa ve bu kavga edenlerden biri de ben olsam o kavga üzerine duygularım kendimden yana olacak, kendimi haklı gösterecektir. Kavganın içinde bulunduğum sürece kimin haklı, kimin haksız olduğunu öncelikle duygularımla ele alacağımdan sonuç üzerinde haksızlıkta bulunmam yarı yarıya olacaktır. Oysa ben kavgayı seyreden bir yabancı olsam ve kavga eden her iki tarafı da daha önce tanımamışsam, o kavga edenlerden kimin haklı kimin haksız olduğunu duygularıma kapılmadan, rahatça ve taraf tutmadan söyleyebilirim. Doğu tiyatrosunda, seyirci, işte kavgayı seyreden bu yabancı durumundadır. Kimin haklı, kimin haksız olduğunu seyirciye tarafsız bir yolda söyletecek estetiği bu tür tiyatro kendiliğinden getirir.Aynı şekilde, dekor ve ışıklama gibi tiyatronun teknik yanları da “yabancılaştırma” kavramı içinde anlaşılır. Bu teknik araçlar, büyüleyici bir benzetme çabası ile kullanılmazlar. Dekor, bir odaya tıpatıp benzetilmez, o odayı en ekonomik yoldan gösterir ve “imâ” eder. Işıklama ise gözle görünür yolda düzenlenir. Hele geleneksel Türk tiyatrosunda bu daha da açık ve seçiktir; açık havada oynadığından gün ışığı kapalı yerde oynandığında ise göze görünen lambalar kullanılır.Bütün bunlar, büyülemeyi temel nitelik olarak kabul etmiş olan Batı Tiyatrosu’nun büyük bir bölümündeki gelişimin karşısındadır. Bunun için, hayat gerçeğinin bir görüntüsünü duygusal olarak ve “illüzyona” dayanarak getiren Batı Tiyatrosu’nu benzetmeci terimiyle değerlendirirken, “yabancılaştırma” kavramını temel ilke yapan Doğu Tiyatrosu’nu da Göstermeci terimiyle nitelendirmek gerekiyor.Geleneksel Türk “temâşâ”sı Doğu Tiyatrosu’nun temel ilkelerini kapsar. Gerçi Türklerin kendi özellikleriyle geliştirdikleri tiyatro ile Uzak Doğu tiyatrosu arasında ayrıntı yönünden başkalıklar vardır; ancak estetik yönden aynı temeller üzerine kuruludurlar.Orta oyunu, Türk toplumunun yüzyıllardan beri kişilik verdiği bir halk tiyatrosu türüdür. Kendi özelliklerimizden yeşermiş olan bu tür, kendi toplumunu, çevresini ve sorunlarını yansıtır. Orta oyunu’nda insansal açı güldürü yoluyla sağlanır. Orta oyunu geleneği içinde asık yüzlü, iç ezici, duyguları gıcıklayan tek bir tragedya, dram ya da bu anlamda bir oyun yoktur. Nedir bunun gerekçesi? Neden hep güldürü? Burada güldürü, “boş bir şekilde güldüren” olarak anlaşılmamalıdır. Orta oyununda güldürünün önemli toplumsal bir görevi vardır. Güldürü yoluyla doğruyu yanlıştan ayırmak, yapılacak ve yapılmayacak işleri göstermek, kötülüğe, zorbalığa, haksızlığa karşı halkı uyarmak... Bu tür oyunda “kıssadan hisse” çıkarmak niteliği, Orta oyununun görevci açısını açık ve seçik bir yolda önümüze serer. Üstelik, Orta oyununda yalnızca teknik özellik sanılan bazı gülünç hareketlerin bile birer toplumsal jest olduğunu söyleyebiliriz. “Kavuk Devirme”, “Pabuç Sektirme”, “Çene Yarıştırma”, “Etek Savurma” gibi kalıplaşmış ve bir hüner durumuna getirilmiş olan hareketlerin ülkemizin tarihsel gelişimi içindeki olayları, yabancılaştırarak ve üsluplaştırarak seyirciye ilettiğini savunabiliriz. Bunlar Türk tarihi içindeki bazı önemli evreleri gösteren simgelerdir; Yalnızca birer hüner olarak kabul edilemez. Öyleyse, Orta oyunundaki güldürü öğesi, seyirciye bir “yabancılaştırma” eylemi ile verilmektedir. Orta oyunu tiplerinin, özellikle Pîşekâr ile Kavuklu’nun hareketlerinin, belli bir toplumsal yaşayışa oturtulmuş, töresel ve siyasal gelişimlerin birer soyutlaması olduğu düşünülmelidir. İşte bu özellik içinde güldürü türünün halk tarafından sevilmesi, halka bir yargılama olanağı ortaya çıkarmasındandır. Orta oyunundaki “yabancılaştırma” yoluyla Türk toplumu içindeki iyilik, kötülük, sevgi, çatışma, acı, umut gibi kavramlar seyirciyi akıl yoluyla etkilemekte olan rasyonel bir çalışmaya götürmektedir. Seyirci, farkında olmadan, aklın önüne perde çeken duygusallıktan kurtulur, kendini, çevresini ve toplumun niteliklerini akıl aracıyla karar vererek değerlendirir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder