20 Mayıs 2012 Pazar

BÜYÜK MİZAH USTASI RÜŞTÜ ASYALI

Rüştü Asyalı (d.1947, Ankara) Türk tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen, rejisör, senaryo yazarı, seslendirme sanatçısı.
Lise yıllarında Ankara Halkevleri Genel Merkezi'nde açılan tiyatro kurslarına başladı.1963 yılında Ankara Radyosu Çocuk Saati ekibinde "temsil kolu sanatçısı" olarak yeraldı. Ankara Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümü sınavını kazandı. Mezun olduktan sonra 1970 yılında Devlet Tiyatroları sanatçısı olarak profesyonel oyunculuk yaşamına başladı.
Ankara Radyosu'nda Çocuk Saati programında canlandırmaya başladığı "Keloğlan" oyunları ile dinleyicinin beğenisini kazanmasının ardından film yapımcılarının önerisiyle sinemaya ilk adımı attı. 1971-1975 yılları arasında dört "Keloğlan" filminde rol aldı. Ardından çalışmalarını "Yaman Delikanlı" ve "Dangalak" adlı filmlerle sürdürdü. Ankara'da "Oyuncular Birliği" özel tiyatro topluluğunun kurucuları arasında yeraldı. 1970 yılından günümüze kadar Devlet Tiyatroları'nda oyuncu ve yönetmen olarak görev yaptı. "Keşanlı Ali Destanı", "Fil Adam", "Düşler Yolu" ve "Azizname" adlı oyunlardaki rolüyle büyük başarı sağlayan sanatçı, "Kanlı Nigar", "Ah Şu Gençler", "Ölümsüzler", "Yunus Diye Göründüm" ve "Soruşturma" adlı oyunların yönetmenliğini yaptı. Özel tiyatrolarda da konuk yönetmenlik çalışmaları yapan Rüştü Asyalı, Pamukbank Çocuk ve Gençlik Tiyatrosunda "Masal Var-Masalcık Var", "Ah Şu Gençler", Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosunda "Ah Şu Gençler" isimli eserleri gerçekleştirdi. Ankara Ekin Tiyatrosunda Nazım Hikmet için yazılmış "Hasret" adlı oyunun rejisörlüğünü üstlendi. Sanatçı, bu oyunda Nazım Hikmet rolünü oynadı. 1963 yılından bu yana televizyon dizileri, tiyatro oyunları ve sanat, kültür programlarıyla radyo ve televizyonda çeşitli projelere büyük katkılarda bulundu. "İki Öküz", "Bir Varmış Bir Yokmuş" ve "Türkülerle Oyunlar" adlı dizilerin senaryo yazarlığı, yönetmenliği ve oyunculuğunu yaptı. "Atatürk Anlatıyor" isimli belgeselde Mustafa Kemal Atatürk canlandırdı. Son çalışması "Ben Bir İnsan" isimli yapıt, Devlet Tiyatroları sahnesinde oynandı.
Sanatçı çeşitli tarihlerde Devlet Sanatçıları Birliği genel sekreterliği, Devlet Tiyatroları Yönetim Kurulu üyeliği, Devlet Tiyatroları Vakfı başkanlığı ve Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği genel başkanlığı görevlerini, ayrıca Seslendirme Sanatçıları Birliği genel başkanlığı ve Sanat Kurumu yönetim kurulu üyeliğini sürdürdü. 9 Temmuz 2008'de Devlet Tiyatroları başrejisörülüğü'ne getirildi, halen görevini sürdürmektedir. Ayrıca, Başkent İletişim Bilimleri Akademisi'nde, diksiyon, spikerlik, sunuculuk, seslendirme ve oyunculuk alanlarında ders vermektedir.


Rol aldığı tiyatro oyunları 


  • Ben Bir İnsan
  • Kuvvayi Milliye Destanı
  • Azizname
  • Fil Adam
  • Keşanlı Ali Destanı
  • Düşler Yolu
Yönettiği tiyatro oyunları 


  • Ah Şu Gençler
  • Ölümsüzler
  • Yunus Diye Göründüm
  • Soruşturma
  • Kanlı Nigar
  • Masal Var-Masalcık Var
  • Hasret (Nazım Hikmet)
Filmografisi


  • Keloğlan Aramızda 1971-Keloğlan
  • Keloğlan 1971-Keloğlan
  • Keloğlan'la Can Kız 1972-Keloğlan
  • İki Öküz 1972
  • Sefer Seferde 1975
  • Keloğlan İz Peşinde 1975-Keloğlan
  • Yaman Delikanlı 1976-Yaman
  • Ben Bir Garip Keloğlanım 1976-Keloğlan
  • Ben Bir İnsan 2002
  • Havada Bulut 2002-Kömürcü Hristo
  • Kod Adı 2006-Savcı Doğan
  • Kod Adı Kaos 2007-Savcı Doğan
Yazdığı senaryolar 


  • Yaman Delikanlı 1976
  • Ben Bir Garip Keloğlanım
  • Ben Bir İnsan 2002


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/sinema-tr/281299-rustu-asyali-rustu-asyali-kimdir-rustu-asyali-hakkinda.html#ixzz1vPVDeLjh



BEYAZ SHOW DA SÜPER LAZ FIKRASI


CEM YILMAZ 'DAN İNGİLİZCE FIKRA


NASRETTİN HOCA ÇİZGİ FİLMDE MİZAH


KARİKATÜR


15 Mayıs 2012 Salı

Charlie Chaplin TABLE BALLET

Charlie Chaplin

Charlie Chaplin (1889 - 1977)
Amerikan yapımı sessiz filmlerde canlandırdığı acınacak halde, ama aynı zamanda komik küçük serseri (Şarlo/Charlot) karakteriyle dünya çapında ün kazandı. 1914'te oynadığı ilk filmini izleyen iki yıl içinde ABD'nin en tanınmış kişilerinden biri olmuş, 1920'lerin başlarına gelindiğinde filmlerinin sağladığı gelirlerin yüksekliği karşısında hiçbir istediği ücreti ödeyemez hale gelmiş, o da ancak yapımcılığını kendisinin üstlendiği filmlerde rol almıştır. 1920'lerin sonlarında sesli sinemaya geçilmesinden sonra yalnızca birkaç filmde görünmekle yetinmesine karşın, ilk dönem filmlerinin sinema klasikleri olarak değerlendirilmesi ve yeni izleyici kitlelerince de ilgi görmesi nedeniyle ününü hemen hiç yitirmemiştir. Uzun metrajlı büyük komedi filmleri arasında The Kid (1921;Yumurcak), The Gold Rush (1925;Altına Hücum), City Lights (1931;Şehir Işıkları), Modern Times (1936;Asri Zamanlar) ve The Great Dictator (1940;Şarlo Diktatör) sayılabilir.
İngiliz sinema oyuncusu ve yönetmeni Charlie Chaplin (asıl adı Charles Spencer Chaplin), 16 Nisan 1889'da İngiltere'nin başkenti Londra'da dünyaya geldi. 25 Aralık 1977'de İsviçre'de öldü. Her ikisi de müzikhol oyuncusu olan annesi Hannah ve babası Charles Chaplin'den, daha küçük yaşta şarkı söyleyip dans etmesini öğrenmişti. İlk kez sekiz yaşındayken, bir klog dansı gösterisi olan "Eight Lancashire Lads" (Sekiz Lancashire'lı Delikanlı) ile sahneye çıktı. Babasının bundan kısa bir süre sonra ölmesi, annesinin de sık sık akıl hastanesine girip çıkması yüzünden Chaplin'in çocukluk yılları, yatılı okul ve yetimhanelerde sıkıntıyla geçti. Bu dönemde bazen geçici sahne işleri buldu, bazen de sokaklarda yaşamak zorunda kaldı.
On yedi yaşındayken, üvey ağabeyi Sydney kendi çalıştığı ve çeşitli danslar, oyunlar, komedi programları sunan Fred Karno vodvil topluluğunda ona iş buldu. 1913'e değin Karno'yla çalışarak sayısız müzikhol skecinde oynayan Chaplin, o yıl filmlerde rol almak üzere Keystone'un tek makaralık slapstick filmleri yapımcısı Mack Sennett, Chaplin'i Karno turnesi sırasında New York'tayken fark etmişti. Chaplin Aralık 1913'te 150 dolar haftalıkla sinema yaşamına adım attı ve bir daha da sahneye dönmedi.
Chaplin, melon şapka, dar bir frak ceketi, bol pantolon, büyük ayakkabılar, bıyık ve bastondan oluşan ünlü görünümünü ikinci filmi olan Kid Auto Races at Venic'te (1914,Venedik'te Ufaklıklar Oto Yarışları) yarattı. Ama bu tipin özellikleri henüz tam anlamıyla oluşmamıştı. Bununla birlikte, haftada iki film gibi büyük bir hızla çevrilmesine karşın, Chaplin komedileri olağanüstü bir başarı sağlamıştı. Kısa bir süre sonra Chaplin'in kendi filmlerini yönetmesine izin verildi, ücreti de gitgide astronomik rakamlara ulaştı. 1915'te Essanay şirketinden haftada 1. 250 dolar, 1916'da Matual şirketinden haftada 10 bin dolar ve ayrıca sözleşme için 150 bin dolar, 1917'de de First National şirketinden sekiz film için 1 milyon dolar aldı. İki yıl sonra, dönemin önde gelen yıldızları Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve ünlü yönetmen D. W. Griffith ile, her birinin kendi filmlerinin dağıtımını bağımsızca yürütmesi koşuluyla, United Artists'i kurdu. First National ile olan sözleşmesi The Pilgrim (1923;Şarlo Hacı) filmiyle sona erdikten sonra, 1966'da Universal için yaptığı A Countess from Hong Kong'a (Hong Kong'lu Kontes) değin filmlerini yalnızca kendi şirketi adına çekti.
Chaplin'in bu hızlı yükselişi bir ölçüde, filmlerinin pazarlamasında, konularından çok filmde oynayanların önemli olduğu yıldız sisteminin gelişmesinden kaynaklanıyordu. Aslında Pickford, Fairbanks ve başkalarıyla birlikte Chaplin'in perdedeki kişiliğinin halk tarafından büyük bir coşkuyla kabul görmesi de, bu sistemin yerleşmesinde oldukça etkili oldu. Chaplin The Tramp'te (1915;Şarlo Serseri), yarattığı küçük serseri tipini yalnızca eğlendirici değil, aynı zamanda sevimli de kılabilmek amacıyla, sempatikliğinin de altını çizmeye başladı. Kendi filmlerinin hem yıldızı, hem yönetmeni, hem de yazarı olduğu için, Şarlo karekterinin içerdiği anlamları irdelemek için eşsiz bir konumdaydı. Bir eleştirmenin "zenginlerin bakış açısından çizilmiş bir yoksul tipi" olarak tanımladığı, Chaplin'in "küçük adam" dediği Şarlo, Easy Street (1917;Şarlo Polis), Shoulder Arms (1918;Şarlo Asker), Yumurcak, Altına Hücum, Şehir Işıkları, Asri Zamanlar ve ilk sesli filmi olan Şarlo Diktatör gibi filmlerde gelişti. Chaplin'in kendi yaşamından çizgiler taşıyan Limelight'ta (1952;Sahne Işıkları) kısa da olsa, yeniden gözüktü.
Chaplin'in çok hareketli bir özel yaşamı oldu. Dört evliliğinin üçü filmlerinin başrol oyuncularıyla, 1918'de Lita Grey ve 1936'da Paulette Goddard'la gerçekleştirdi. 1943'te oyun yazarı Eugene O'Neill'in kızı Oona O'Neill'le evlendi. İlk iki boşanması ve 1944'te kendisine açılan babalık davası sansasyon yarattı. Chaplin 1942'de, savaşta Almanlara karşı ikinci bir cephe çağrısında bulunduğunda gene manşetlere çıktı. Siyasal tavrına yöneltilen saldırıda, hiçbir zaman ABD vatandaşlığına geçmemiş olmasının payı da vardır. Mavi Sakal öyküsünün iğneleyici bir uyarlaması olan Monsieur Verdoux (1947), pek çok çevrenin yanı sıra Amerikan ordusunu da oldukça sinirlendirdi. ABD hükümetinin vergi borcu için sıkıştırması, ayrıca bazı politikacı ve köşe yazarlarının yıkıcı etkinliklerle ilişkisi olduğunu ileri sürmeleri üzerine Chaplin 1952'de ülkeyi terk etti. Geri dönüş hakkının ABD Adalet Bakanlığı'nca soruşturulacağını öğrenince 1953'te Cenevre'de bu haktan vazgeçtiğini açıkladı.
Bundan sonra ailesiyle birlikte İsviçre'de Vevey yakınlarında Corsier-sur-Vevey'de yaşamaya başladı. 1957'de Londra'da yaptığı A King in New York (New York'ta Bir Kral), Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komitesi'ne, anlamsız televizyon reklamlarına ve Amerikan tarzı yaşamın başka yanlarına yönelik eleştirilerle dolu bir komediydi. Film, Chaplin'in özellikle reddettiği komünizm yanlılığı suçlamalarının artmasına yol açtı. 1966'da başrollerini Marlon Brando ve Sophia Loren'in oynadığı, kendisinin de hem senaryosunu yazdığı, hem de küçük bir rolde göründüğü A Countess from Hong Kong'u (Hong Konglu Kontes) çekti. 1972'de kendisine verilen özel Oscar ödülünü almak üzere ABD'ye gitti.
FİLMOGRAFİSİ
"Caught in a Cabaret" (1914 yarım düzine kadar oyunculuk yaptığı filmden sonraki ilk oynayıp yönettiği film), "Kid Auto Races in Venice" (Ünlü Şarlo kılığını ilk kez taşıdığı film), "Tillie's Punctured Romance", "The Tramp-Şarlo Serseri", "Easy Street", "The Immigrant-Şarlo Göçmen", "A Dog's Life-Köpek Hayatı", "Shoulder Arms- Şarlo Asker", "Sunnyside-Şarlorda Kırlarda", "A Day's Pleasure-Keyifli Bir Gün", "Pay Day-Maaş Günü", "The Kid-Yumurcak", "The Pilgrim- Şarlo Kaçak", "A Woman in Paris-Paris'li Kadın", "Gold Rush-Altına Hücum", "The Circus-Sirk", "City Lights-Şehir Işıkları", "Modern Times-Modern Zamanlar", "The Great Dictator-Büyük Diktatör", "Monsier Verdoux", "Limelight-Sahne Işıkları", "A King in New York-New York'ta Bir Kral", "A Countess from Hong Kong-Hong Kong'lu Kontes".

14 Mayıs 2012 Pazartesi

1956 DOLMUŞ MİZAH DERGİSİ

                                        DOLMUŞ
“Siyasi Mizah Mecmuası”. Dönemin önemli mizah dergilerindendir. İlk sayı tarihi 5 Ocak 1956′dır. İlhan Selçuk tarafından kurulmuştur. Dönemin hakim mizah anlayışı olan AKBABA ekolünün tersine eleştirel mizah anlayışı benimsenmiştir. Türk karikatürünün birçok önemli çizerlerinin erken dönem karikatürleri Dolmuş mizah dergisinde yayımlanmıştır. Bu çizerler aradında Turhan Selçuk, Ferruh DOĞAN, Ali Ulvi ERSOY, Tonguç, Oğuz ARAL, Eflatun NURİ, Mustafa EREMEKTAR (MISTIK) ve Sinan BIÇAKCIOĞLU bu çizerler arasındadır. Ayrıca, Bedii FAİK’in yazıları da dergide yer almıştır. Orta sayfada Oğuz ARAL ve Turhan Selçuk’un iki tam sayfa panorama karikatürleri de etkileyicidir. Dolmuş, toplam 130 sayı yayımlanmıştır.

1997 DİNAZOR MİZAH DERGİSİ


2000 AMELE MİZAH DERGİSİ


1947 KIRK HARAMİLERE KARŞI ALİ BABA MİZAH DERGİSİ

                                                   Kırk Haramilere Karşı Ali Baba                                                      
“Haftalık Siyasi Mizah Gazetesi” Marko Paşa dergilerinin devamı olarak Sabahattin ALİ tarafından çıkarılmıştır. Derginin sahibi olarak Haluk YETİŞ görülmektedir. Karikatürler Mim Uykusuz tarafından çizilmiştir. İlk sayı tarihi 1 Kasım 1927′dir.  4 sayı yayımlanmıştır.

1951 ZAKKUM MİZAH DERGİSİ

                                         Zakkum
“Cumartesi günleri çıkar; siyasi, tarafsız edebi hiciv ve mizah gazetesi” Başmuharriri Ertuğrul ŞEVKET’tir.  İlk sayı tarihi 10 Mart 1951′dir. Nadir bulunan bir mizah gazetesidir. Büyük gazete boyutunda iki yaprak olarak yayımlanmıştır. Gazetede yer alan karikatürleri Mim UYKUSUZ ve Necmi RIZA çizmiştir.

1949 DEDE MİZAH DERGİSİ

                                                DEDE
Salı ve Cuma günleri çıkar halk için tarafsız siyasi gazete. İmtiyaz sahipleri: Nazir AKBASAN ve M. Ali ERTEM’dir. Didaktik tarzda yayın yapan mizah gazetelerindendir. Gazetedeki karikatürler Dede ve torun denen iki kişinin diyaloglarından oluşmaktadır. Bu bakımdan Karagöz ekolündeki mizah gazetelerinin bir devamı olarak değerlendirilebilir.

1958 MERHABA MİZAH DERGİSİ

                                            MERHABA
Cuma günleri çıkar siyasi mizah gazetesi. Demokrat Parti yanlısı yayın yapmıştır.

1965 HÖT MİZAH DERGİSİ

                                                HÖT
Yan tutmaz, yön tutmaz, tastamam hacıyatmaz. İlk sayı tarihi 9 Ocak 1965′tir. Sahibi: Birol Temelkuran. Ankara’dan 15 günlük olarak yayımlanan mizah gazetesidir. Gazetedeki karikatürlerde Memet imzası görülmektedir.

1947 MODERN DALKAVUK MİZAH DERGİSİ

                                                 MODERN DALKAVUK
Gelene ağam, gidene paşam. Bağımsız haftalık siyasi mizah gazetesi. Sahibi: İlhami Üler. Karikatürlerde imza yer almamakta, Dalkavuk adı kullanılmaktadır. Marko Paşa benzeri dergilerdendir.

1959 İĞNE MİZAH DERGİSİ

                                                 İğne
“Batmaz iyi tene”. Sahibi: Yıldırım OVACIK. Yazı işlerini fiilen eden mesul müdür: Nadir SERPEN. Başyazarı: Cahit ALBAYRAK. Taşrada yayımlanan mizah gazetelerindendir. Balıkesir’de yayımlanmıştır. Yerel düzeyde Demokrat Parti’ye muhalif yayın yapmıştır. Balıkesir’de yayımlanan Ateş Gazetesi’nin yayıncıları tarafından neşredilmiştir. Karikatüre yer verse de çizim kalitesi vasat düzeyde kalmıştır. Arşivimde ilk 10 sayısı bulunmaktadır. 10. sayıda bayramdan sonra okurların karşısına yepyeni bir hamle ile çıkılacağı bildirilmektedir. Ancak 10′dan sonraki bir sayıyı görme imkanım olmadı.

1947 MODERN DALKAVUK MİZAH DERGİSİ


MODERN DALKAVUK
Gelene ağam, gidene paşam. Bağımsız haftalık siyasi mizah gazetesi. Sahibi: İlhami Üler. Karikatürlerde imza yer almamakta, Dalkavuk adı kullanılmaktadır. Marko Paşa benzeri dergilerdendir.

1957 KARA KEDİ MİZAH DERGİSİ


Kara Kedi
“Sulu Gazete” Sahibi: İrfan ATAGÜN, Yazı işleri müdürü: Erdoğan OKÇU. Haftalık mizah gazetesidir. İlk sayı yayım tarihi 17 Kasım 1951′dir. Marko Paşa benzeri dergilerdendir.Vah Kara Kedi, Ah Kara Kedi gibi farklı isimlerle kapanıp tekrar yayımlanmıştır. Tek parti iktidarının sona ermesinin ardından yayın hayatına başlamıştır. Gazetedeki karikatürler ve yazılarda daha ziyade muhalefet partisi CHP eleştirisi vardır.  Karikatürler vasattır. Dönemin önemli çizerleri yerine farklı çizerlerin eserlerini yayımlamıştır. Tirajı 50.000 lere kadar çıkmıştır.

8 Mayıs 2012 Salı

Birazda Karikatür :)








Orta Oyunu Tanıtım Videosu


Eğlenceli Bir Karagöz ve Hacivat Videosu


KARAGÖZ VE HACİVAT



Karagöz ve Hacıvat
Türk gölge oyununun tek temsilcisi olarak kabul edilen Karagöz oyununun kökeni konusunda değişik görüşler vardır. Kimi kaynaklara göre Orta Asya'dan, İran'dan ya da Hindistan'dan batıya göç eden Çingeneler aracılığıyla Anadolu'ya gelmiştir. Bir görüşe göre Bizans, İtalya ya da Yunan kökenlidir. Türkiye'ye Portekiz ya da İspanya'dan göç eden Yahudiler aracılığıyla geldiğini savunanlar da vardır. Ancak bu görüşleri kanıtlayacak yeterli belge yoktur. Oysa Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir kaynaklarından İbni İlyas, gölge oyununun Türkiye'ye XVI.yy.'da Mısır'dan geldiğini ortaya koymuştur. İlk zamanlar Mısır gölge oyununun etkisi altında olan Karagözün, kesin biçimini XVII.yy.'da aldığı ve tiplemelerin de bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülmektedir.

Karagöz

Oyunun hiç şüphesiz başrol oyuncusu Karagöz’dür. Okumamış bir halk adamıdır. Hacıvat’ın kullandığı yabancı kelimeleri anlamaz ya da anlamaz görünüp, onlara yanlış anlamlar yükleyerek ortaya çeşitli nükteler çıkarırken bir taraftan da Türkçe dil kuralları ile yabancı kelimeler kullanan Hacıvat ile alay eder. Her işe burnunu sokar,her işe karışır, sokakta olmadığı zaman da evinin penceresinden uzanarak, ya da içerden seslenerek işe karışır. Dobra, zaman zaman patavatsız yapısından dolayı ikide bir zor durumlarda kalırsa da bir yolunu bulup işin içinden sıyrılır. Çoğu zaman işsiz, geçim derdindedir. Hacıvat’ın bulduğu işlere girip çalışır. Başında ışkırlak adı verilen oynak bir şapka vardır. Değişik oyunlarda rol icabı değişik kıyafetler içinde farklı Karagöz tasvirleri vardır. Kadın Karagöz, Gelin Karagöz, Eşek karagöz, Çıplak Karagöz, Bekçi Karagöz, Çingene Karagöz, Tulumlu Karagöz, Davulcu Karagöz, Ağa Karagöz v.s. (Velhasıl zavallının başına gelmeyen kalmaz.) 

Hacıvat

Tam bir düzen adamıdır.Nabza göre şerbet verir, eyyamcıdır. Kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Az buçuk okumuşluğundan dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder. Alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok Karagöz’ü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye bakar (Günümüzde de ne kadar çok Hacıvat var değil mi.. Entel görünmek için cümle aralarına yabancı kelimeler sıkıştıranlar, başkalarının sırtından geçinenler, çıkarcılar...). Değişik oyunlarda rol icabı değişik kıyafetler içinde farklı Hacıvat tasvirleri vardır. Keçi Hacıvat, Çıplak Hacıvat, Kadın Hacıvat, Kahya Hacıvat vb.

ORTA OYUNU

Tiyatro alanında “yabancılaştırma” terimini ilk kullanan Bertolt Brech’tir . Onun bu terimi kullanmasında Doğu tiyatrosuna olan ilgisi ve Doğu tiyatrosundan esinlenmesi rol oynamıştır. Geleneksel Türk tiyatrosu, dolayısı ile Ortaoyunu Doğu tiyatrosunun özelliklerini taşır; Bu tiyatronun estetiğinin temeli ise “yabancılaştırma” kavramı ile anlaşılabilir. Bu kavram çeşitli yönelimlerle karşımıza çıkar: oyunun özünde, biçiminde, teknik öğelerinde ve seyirciye olan uzantısında “yabancılaştırmanın” önemli bir estetik sorun olduğunu görürüz.Oyunun özünde izlediğimiz “yabancılaştırma” da insanlar kendileri dışında ve ötesinde verilir; insanlar, içe doğru gelişen ruhsal ilişkileri ile değil, birbirlerine ilişkin davranışları ile ele alınır. Önemli olan kişilerin psikolojik gelişimleri değil, bu gelişim gösterilmeden psikolojik yönelişlerin sonuçlarıdır; ön düzeyde insanoğlunun davranışları vardır. Her şeyden önce davranışları kapsayan bir doku içinde olaylar kişileri sürükler. Böylece, insan psikolojisi davranışlar yoluyla açıklanır.“Yabancılaştırma” yoluyla kaybolmuş olan insansal değerlerin yeniden bulunması gerçekleşir. Çünkü “yabancılaştırma” ile ortaya çıkartılan yöntemde insan inceleme konusu yapılır; felsefi idealizmde olduğu gibi, insan bilinen bir şey değildir, araştırılması ve yeniden bulunması gereken bir değerdir.Davranışların ön düzeyde olduğu bu oyun türünde, oyun kişileri çoğunlukla “karakterler” değil, “tipler” dir; yani dış davranışlarıyla gösterilen figürler ve temsilcilerdir. Seyirciye genellemesine yönelen tipler, seyircide duygusal olmayan bir etkinlik yaratırlar. Seyirci, bir takım nitelikleri temsil eden tiplere psikolojik yoldan bağlanmadığı için, onlara yabancılaşır ve onları tarafsız bir gözlemle seyreder. Böylece, duygu arka düzeyde tutularak seyircinin çeşitli nitelikleri gösteren tiplere akıl yoluyla tepkide bulunması sağlanır. Genellikle karakterin yapısında kendine özgü psikolojik bir gelişim olduğu için, seyirci seyrettiği karakterle kendini özdeş sayar, onun yazgısına katılır. Oysa “yabancılaştırma” ile ne duygu ortaklığı ne de algılama beklenir; seyric, sahnedeki olaylardan ve kişiden uzaklaştırılarak onun sahnedeki olaya tarafsız bir yolda yönelmesi ve bu olayı yargılaması istenir.Bir tür oyunda, oyunun yapısı baştan sona doğru gelişen ruhsal devinimi değil, episod bölünmesi ile gösterilen sonuçları kapsar. Bunun için de, oyunun yapısını kuran bu episod’ları birbirine bağlayan açıklamalara ve anlatıma yer verilir. Bu açıklama ve anlatım tekniği ise “yabancılaştırma” nın önemli bir öğesidir; her an bir tiyatro seyredildiğini hissettiren bu açıklamalar sahne “illüzyonu” nu ortadan kaldırarak seyircinin sahne üzerindeki olaya salt duygusal yoldan katılmasını önler.Oyunculukta bir rolü canlandırmak yerine, o rolü göstermek ve yansıtmak önem kazanır. Oyuncu her hangi bir insana ya da kişiliğe benzemeye çalışmaz, onu yaşamaz; ama o kişiliği göstererek seyircide bir görüşün doğmasına yardım eder. Bu estetik anlayışı içinde oyuncu rolüne yabancılaşırken, gösterdiği kişiyi özellikleri açısından vurgular. Doğu tiyatrosunun bir özelliği olan oyuncu ile rolü arasındaki yabancılaştırmada, oyuncu kendini seyrettiklerinden haberli bulunduğunu açıkça belli eder. Bu da Batı tiyatrosunun önemli bir bölümünde izlediğimiz “illüzyon” u ortadan kaldırır. Burada önemli olan oyuncunun bir takım duyguları yaşatması değil, eğilimleri göstermesidir. Oyuncu yansıttığı insanı özellikleri açısından iletir; ama onun özelliklerini yaşayıp onun gibi olmaz. Doğu tiyatrosunun başka bir “yabancılaştırma” yönelimi de oyuncunun kendi kendisini seyretmesidir. Oyuncunun zaman zaman gösterdiği rolü bırakıp seyirciye rolü üzerinde fikir yürüttüğü de görünür.Doğu tiyatrosu, sahneyi ve seyirciyi her çeşit büyüleme “illüzyon” eyleminden kurtarmak ve sahnede bir olayı seyreden halkı hipnotizma biçimlerinden uzak tutma gibi özellikleriyle anlatılabilir. Her an tiyatro seyrettiğini bilen ve sahne üzerindeki kişilere ve olaylara uzaklaşan seyirci oyunun bir gözlemcisi durumuna gelir. Seyircinin gözlemci olması onu sahnedeki olaya karşı bir tavır takınmasını da birlikte getirir. Yalın bir örnek vermek gerekirse, şöyle anlatabilirim bunu: Bir kavga olsa ve bu kavga edenlerden biri de ben olsam o kavga üzerine duygularım kendimden yana olacak, kendimi haklı gösterecektir. Kavganın içinde bulunduğum sürece kimin haklı, kimin haksız olduğunu öncelikle duygularımla ele alacağımdan sonuç üzerinde haksızlıkta bulunmam yarı yarıya olacaktır. Oysa ben kavgayı seyreden bir yabancı olsam ve kavga eden her iki tarafı da daha önce tanımamışsam, o kavga edenlerden kimin haklı kimin haksız olduğunu duygularıma kapılmadan, rahatça ve taraf tutmadan söyleyebilirim. Doğu tiyatrosunda, seyirci, işte kavgayı seyreden bu yabancı durumundadır. Kimin haklı, kimin haksız olduğunu seyirciye tarafsız bir yolda söyletecek estetiği bu tür tiyatro kendiliğinden getirir.Aynı şekilde, dekor ve ışıklama gibi tiyatronun teknik yanları da “yabancılaştırma” kavramı içinde anlaşılır. Bu teknik araçlar, büyüleyici bir benzetme çabası ile kullanılmazlar. Dekor, bir odaya tıpatıp benzetilmez, o odayı en ekonomik yoldan gösterir ve “imâ” eder. Işıklama ise gözle görünür yolda düzenlenir. Hele geleneksel Türk tiyatrosunda bu daha da açık ve seçiktir; açık havada oynadığından gün ışığı kapalı yerde oynandığında ise göze görünen lambalar kullanılır.Bütün bunlar, büyülemeyi temel nitelik olarak kabul etmiş olan Batı Tiyatrosu’nun büyük bir bölümündeki gelişimin karşısındadır. Bunun için, hayat gerçeğinin bir görüntüsünü duygusal olarak ve “illüzyona” dayanarak getiren Batı Tiyatrosu’nu benzetmeci terimiyle değerlendirirken, “yabancılaştırma” kavramını temel ilke yapan Doğu Tiyatrosu’nu da Göstermeci terimiyle nitelendirmek gerekiyor.Geleneksel Türk “temâşâ”sı Doğu Tiyatrosu’nun temel ilkelerini kapsar. Gerçi Türklerin kendi özellikleriyle geliştirdikleri tiyatro ile Uzak Doğu tiyatrosu arasında ayrıntı yönünden başkalıklar vardır; ancak estetik yönden aynı temeller üzerine kuruludurlar.Orta oyunu, Türk toplumunun yüzyıllardan beri kişilik verdiği bir halk tiyatrosu türüdür. Kendi özelliklerimizden yeşermiş olan bu tür, kendi toplumunu, çevresini ve sorunlarını yansıtır. Orta oyunu’nda insansal açı güldürü yoluyla sağlanır. Orta oyunu geleneği içinde asık yüzlü, iç ezici, duyguları gıcıklayan tek bir tragedya, dram ya da bu anlamda bir oyun yoktur. Nedir bunun gerekçesi? Neden hep güldürü? Burada güldürü, “boş bir şekilde güldüren” olarak anlaşılmamalıdır. Orta oyununda güldürünün önemli toplumsal bir görevi vardır. Güldürü yoluyla doğruyu yanlıştan ayırmak, yapılacak ve yapılmayacak işleri göstermek, kötülüğe, zorbalığa, haksızlığa karşı halkı uyarmak... Bu tür oyunda “kıssadan hisse” çıkarmak niteliği, Orta oyununun görevci açısını açık ve seçik bir yolda önümüze serer. Üstelik, Orta oyununda yalnızca teknik özellik sanılan bazı gülünç hareketlerin bile birer toplumsal jest olduğunu söyleyebiliriz. “Kavuk Devirme”, “Pabuç Sektirme”, “Çene Yarıştırma”, “Etek Savurma” gibi kalıplaşmış ve bir hüner durumuna getirilmiş olan hareketlerin ülkemizin tarihsel gelişimi içindeki olayları, yabancılaştırarak ve üsluplaştırarak seyirciye ilettiğini savunabiliriz. Bunlar Türk tarihi içindeki bazı önemli evreleri gösteren simgelerdir; Yalnızca birer hüner olarak kabul edilemez. Öyleyse, Orta oyunundaki güldürü öğesi, seyirciye bir “yabancılaştırma” eylemi ile verilmektedir. Orta oyunu tiplerinin, özellikle Pîşekâr ile Kavuklu’nun hareketlerinin, belli bir toplumsal yaşayışa oturtulmuş, töresel ve siyasal gelişimlerin birer soyutlaması olduğu düşünülmelidir. İşte bu özellik içinde güldürü türünün halk tarafından sevilmesi, halka bir yargılama olanağı ortaya çıkarmasındandır. Orta oyunundaki “yabancılaştırma” yoluyla Türk toplumu içindeki iyilik, kötülük, sevgi, çatışma, acı, umut gibi kavramlar seyirciyi akıl yoluyla etkilemekte olan rasyonel bir çalışmaya götürmektedir. Seyirci, farkında olmadan, aklın önüne perde çeken duygusallıktan kurtulur, kendini, çevresini ve toplumun niteliklerini akıl aracıyla karar vererek değerlendirir

HİCİV


Bir tür değil, bir tutumdur; edebiyatın her türünde ortaya çıkabilir ve neşeli alaydan somurtkan melankolik bir sarsıntıya kadar çeşitlilik gösterir. amaç, ters bir dünyanın sergilenmesi, bireyle toplumun bozukluklarının ortaya konmasıdır. vatani eski roma'dir hiciv sanatinin. ilk temsilcileri de horatius ve juvenalis'tir. bizde hiciv denince akla ilk gelen de nefi'dir. silham-i kaza isimli eseri kellesine malolmustur. divan edebiyatındaki karşılığı yergi , halk edebiyatındaki karşılığı taşlama dır.

FIKRA


Bu yazı türünü, halk arasında anlatılan kısa, güldürücü, ders verici olay anlatılarıyla karıştırmamak gerekir. Gazetelerdeki köşe yazılarındandır. Her gün aynı köşe ya da sütunda yayınlanır. Siyasal, ekonomik, eğitim... gibi günlük toplumsal konular ayrıntıya girilmeden kısaca işlenir.
Fıkranın Belirleyici Özellikleri: 
- Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır.
- Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok kişisel görüşünü açıklar, okuyucusunu 
kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur.
- Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.
- Yazar, yapmacıklıktan uzaktır. Anlatım yalın ve sade bir dille yapılır.
- Anlatım yazarın kendine özgü olmalıdır.
- Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Fıkra Örneği  
Akıl Hastanesinde 
Akıl hastanesinde doktor iki hastasına: 
-Şu dolabı beraber yukarı çıkarın! dedi. 
Biraz sonra hastalardan birinin dolabı omuzlamış, oflaya puflaya yukarı çıkardığını gördü: 
-Oğlum, hani diğer arkadaşın? Ben size dolabı beraber taşıyın demiştim!
-Arkadaşım dolabın içinde rafları taşıyor doktor bey! 

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Nasreddin Hoca'nın Dünyayı Kendine Hayran Bırakan Fıkraları.

...:..: Parayı Veren Düdüğü Çalar :..:...
 
Nasreddin Hoca bir gün pazara gidiyormuş. Çocuklar hocanın etrafını sarmışlar. Hep bir ağızdan bağırmaya başlamışlar. Kimisi "Hoca bana çakı al!", kimisi "Hocam bana şeker getir!", kimisi "Hocam bana düdük al!" diye bağırıp dururken, çocuğun biri cebinden bir on kurus çıkarmış "Hocam, bana lütfen bir düdük alabilir misiniz acaba? Size zahmet olacak ama..." demiş. Nasreddin Hoca on kurusu almış, kuşağına sokmuş, yola düzülmüş. Akşam olmuş, Hoca öteberisini almış, pazardan dönerken çocuklar yine etrafını sarmışlar, "Hocam benim çakı nerede?", "Hocam benim şekeri aldın mı?" derken Hoca elini kuşağına atmiş, bir düdük çıkarmış ve "Parayı veren düdüğü çalar" demiş.

Nasreddin Hoca'nın Dünyayı Kendine Hayran Bırakan Fıkraları.

...:..: Kavuk :..:...
Hoca bir gün arkadasiyla konusuyormus arkadasi demis ki :
-Ya hocam dün sizin evden bir ses çikti. Bu neydi?. Hoca ise :
-Hiç sadece hanimla biraz tartistik kavugum merdivenlerden yuvarlandi, demis.
Arkadasi :
-Yahu hocam hiç kavuktan bu kadar ses çikar mi?, demis.
Hoca :
-Ya anlasana içinde bende vardim, demis.

Nasrettin Hoca

Türk halk bilgesi. Halk dilinde, duygu ve inceliği içeren, gülmece türünün öncüsü olmuştur.

Sivrihisar'ın Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır.

Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.

Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.

Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur.

Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur.

Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar genellikle halk arasında geçer. Hoca, soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur.

Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak kendini toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır.

Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez. Onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar.

Bu konuda başka bir çelişki sergilenir. Gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.

Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.

Nasreddin Hoca'nın etkisi bütün toplum kesimlerine yayılmış, "İncili Çavuş", "Bekri Mustafa", "Bektaşi" gibi çok değişik yörelerin duygularını yansıtan gülmece türlerinin doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlardan ilk ikisi saray çevresinin oldukça kaba beğenisini, üçüncüsü de gene halkın, Şeriat'ın katılığına karşı duyduğu tepkiyi dile getirir.

Komikçeler :D

Gülelim =)

Mizah Dergileri